Monteverdi Ristorante, İtalyan mutfağının coşkulu ritmini ve Lombardiya’nın zengin kültürünü İstanbul’un kalbine taşıyor. I-AM ’in yarattığı bu eşsiz konsept, doğa, müzik ve zarafetin harmanlandığı çok katmanlı bir gastronomi yolculuğu sunuyor. I-AM ile Monteverdi Ristorante’nin marka yaratım sürecini konuştuk.
Monteverdi Ristorante’nin marka konseptinde çıkış noktanız ve ilham kaynaklarınız neler oldu? İtalya’nın doğal güzelliklerini çağrıştıran unsurları tasarıma nasıl entegre ettiniz?
Monteverdi tasarım ilhamını, coşkulu ve tutkulu olmasıyla tanınan İtalyan mutfağından aldı. Monteverdi misafirlerinin; restoranın atmosferine dahil oldukları andan itibaren birçok eşsiz “an”ın ve tabii deneyimleyecekleri zamansız bir gastronomi yolculuğunun ayrılmaz bir parçası olması gerektiğini biliyorduk. Keyifli ve lezzetli bir sofranın, paylaşılan anın değerini misafirlerin an be an hissettirmesi düşüncesi bizi oldukça heyecanlandırdı. Marka isminin de oldukça belirleyici olduğu Monteverdi’nin marka konseptini oluştururken, amblemin vurgusundan renklere kadar tüm detaylarda bu hissi kuvvetli bir şekilde sunmak istedik. Deyim yerindeyse İstanbul’da bir Lombardy atmosferi yaşatmamız gerektiğini düşündük.
Zengin kültürel mirası ile çevrelenen, ünlü besteci Claudio Monteverdi’nin müzikal ritminin eşlik ettiği ve aynı zamanda İtalya’nın Lombardy bölgesinin karakteristik dağlık silüetinden esinlenilen bir yolculukla tüm görsel dünya tasarlanmış oldu. Marka kimliğinde kullanılan “M” harfi marka adının baş harfi olmasının yanı sıra; kararlı ve bir o kadar akışkan formuyla Kuzey İtalya’nın dağlarının formundan esinle tasarlandı. Aynı zamanda amblem nihai formunu; nota çizgilerinin, rüzgârın ve en nihayetinde “ses”in son derece minimalist ve serbest bir üslupla çizilmesiyle buldu. Yükselen ve alçalan seslerin oluşturduğu bir harmoni gibi marka logosu da kendi ritmini buldu ve bu yönüyle de Monteverdi’nin besteci kimliğine atıfta bulunmuş da oldu. Lombardy dağlarının ve ovalarının zengin topografik bileşenleri, verimli toprakları, İtalyan mutfağının bileşenleriyle birlikte oldukça zengin bir renk paleti oluşturduk. Monteverdi bu sayede mekânın etkileyici atmosferinden marka kimliğine ve mutfağına kadar A’dan Z’ye her adımda misafirlerine çok katmanlı bir deneyim sunuyor.
Restoranın tasarımını oluşturma ve uygulama sürecinde karşılaştığınız en büyük zorluklar nelerdi?
İtalyan mutfağının oldukça geniş ve kendi içinde oldukça nitelikli olan farklılıkları bulunuyor. Marka konumlandırmasında rakiplerinden ayrışma noktasını belirlemek ve marka hikâyesinden görsel kimliğe kadar her şeyin tutarlı bir bütünlükte ele almak ilk aşılması gereken noktaydı. Monteverdi’de, bir İtalyan restoranı olmanın yanı sıra daha yerel bir deneyim yaşatmanın daha heyecanlı olduğunu Conrad İstanbul marka ekibiyle birlikte değerlendirdiğimizde odağımızı daha belirginleştirdik. Bu sayede Conrad Hotel’in oldukça baskın olan kimliği ile yine İtalyan kültürünün çok çeşitliğinden gelen karmaşaya girmeden, Lombardy bölgesine odaklandığımız; rafine, zarif ve dengeli bir elegant duruşu olan bir atmosfer oluşturmayı başardık.
Monteverdi’yi diğer lüks restoranlardan ayıran özel tasarım unsurları nelerdir?
Monteverdi, Lombardiya’nın zengin mutfak geleneklerini çağdaş bir zarafetle harmanlayarak, sofistike bir yemek deneyiminin özünü yakalar. Doğal güzellik, seçkin tatlar ve rafine bir ambiyanstan oluşan restoran, yüksek standartlarda bir yemek deneyimi arayan seçici misafirlere hitap eder. Monteverdi, sıradan restoranların ötesinde, doğa ve gastronominin şiirsel bir uyumunu sunar; konuklar, Lombardiya’nın tatlarının keyfini sürerken huzurlu ve zarif bir atmosferde kendilerini bulurlar. Restoranın kimliği, barındırdığı referanslarla bütüncül ve özgün bir görsel ve işitsel anlatı sunuyor. Marka kimliğinin akışkan ve kararlı tasarımı, İstanbul’da yüksek kaliteli, ulaşılabilir ve ilgi çekici bir İtalyan yemek konsepti hedefiyle uyumlu bir şekilde, önceden edinilmiş bir tanışıklığın samimiyetini ve yeni bir karşılaşmanın getirdiği merakı uyandıracak, özenle kurgulanmış ve sofistike bir yemek ortamı sunar.
Conrad Istanbul ekibi ile proje boyunca ne kadar yakın çalıştınız? Onların nihai tasarım üzerindeki etkileri nasıl oldu?
Her projemizin başarısının ardında ekip çalışmasına olan sıkı inancımız yatıyor. Bu projede de Conrad İstanbul ekibiyle her aşamada yakın bir iş birliği içinde kararlar aldık. Hikayelerimizi ve yeteneklerimizi bir araya getirerek, projenin işletmecisinden şefine, barmeninden garsonuna ve tasarımcısına kadar herkesin bu süreci, markayı ve marka kimliğini sahiplenmesine katkı sağladık. Nihai tasarımın, hepimizin ortak kararı olduğu gerçeği, bizim için oldukça özel olduğunu söyleyebiliriz. Herkesin içine sinen bir sonuç ortaya çıktı. Açılış sonrası restorana yaptığımız ziyarette, marka tasarımının işletmenin menülerinden kokteyl içeriklerine kadar birçok detayda nasıl hayat bulduğunu görmek bizleri gerçekten heyecanlandırdı. Bu süreçte herkesin katkısı ve özverisi, Monteverdi’yi bu kadar özel kıldı!
Monteverdi’yi tasarlarken hedef kitleyi nasıl tanımladınız ve bu tanım tasarım seçimlerinizi nasıl etkiledi?
İtalya mutfağının birleştirici ruhu ve herkese hitap eden çeşitliliği göz önüne alınarak; iş toplantılarının organize edilebileceği, kutlamaların rahatlıkla yapılabileceği, İstanbullu özelinde beyaz yakalıların, deneyimi merkeze alan ve gustosu olan kişiler ile Conrad Hotel misafirleri hedef kitle arasındadır. Aynı zamanda yurtdışı satışlarda Conrad Hotel’in güçlü bir parçası olarak pazarlama unsuru (havuç) olması gerektiği konuşuldu, bu noktada Avrupalı gezgin/turistler de hedef kitle arasında.
Monteverdi Ristorente’nin tasarımı, ajansınızın genel felsefesi ve vizyonuyla nasıl örtüşüyor?
Monteverdi Ristorante’nin tasarımı, I-AM’in kullanıcı odaklı ve deneyim tasarımına olan derin bağlılığını en güzel şekilde yansıtan bir proje oldu. Hayatın kendisinden ilham alarak, İtalya’nın kültürel dokusunu İstanbul’un dinamizmiyle harmanladık ve misafirlere çok katmanlı bir marka deneyimi sunmayı hedefledik. Her detayda, konuklarımızı sadece bir yemek deneyiminden çok daha fazlasına, unutulmaz anılara ve paylaşımlara sürüklemek istedik. Monteverdi, gastronominin sadece tat değil, aynı zamanda bir deneyim olduğunu vurgulayan bir mekan; burada her lokma, her yudum, her anı, ziyaretçilerle birlikte yazdığımız bir hikaye. Günlük hayatların bir parçası olan yolculukta beraber hissetmekten ve hatta tasarımımız vesilesiyle kurulan bir nevi yol arkadaşlığından mutluluk duyuyoruz.
Ajans olarak benzer projeler için gelecekte fırsatlar görüyor musunuz ya da diğer lüks oteller ve restoranlarla potansiyel iş birlikleriniz var mı?
Monteverdi, prestijli bir otelin içinde konumlanan bir restoran olarak, gelecekte benzer projeler için heyecan verici fırsatlar gördüğümüzü rahatlıkla söyleyebiliriz. Oteller de artık sadece konaklama hizmeti sunan yerler değil, aynı zamanda gastronomi deneyimleriyle de öne çıkan mekanlar haline geliyorlar. Otelin sunduğu hizmetlerin çeşitlenmesi ve ziyaretçi profilinin zenginleşmesi, restoranların da bir parçası olduğu bu dinamik etkileşimi artırıyor. Otelcilik sektöründe yerel unsurlar, mahalle bağları ve kamusal kullanımların zenginleştirilmesi, gelecekteki projeler için büyük bir potansiyel olduğunu gösteriyor.
Yeni projelerinizde uygulamayı düşündüğünüz yeni tasarım trendleri veya yaklaşımlar var mı?
Her sene yayınladığımız trend raporu üzerinde çalışmalarımız devam ediyor ve bu süreç, tasarım anlayışımızın özünde insanı ilham kaynağı olarak alma misyonumuzu pekiştiriyor. Sürekli dönüşen dünyada, tasarım yoluyla nasıl bir iyileşme sağlayabileceğimizi ve hikayeler aracılığıyla olumlu bir etki yaratma yollarını araştırıyoruz. Yeni projelerimizde, bu trend raporunun sunduğu içgörüler doğrultusunda, kullanıcı deneyimini zenginleştirecek yenilikçi yaklaşımları beraberinde getiriyor. Trend raporu çalışmalarımız tamamlandığında, bu konular üzerinde daha detaylı bir sohbet gerçekleştirmek için sabırsızlanıyoruz.
Ajans olarak projelerde çeşitlilik ve yenilikçilik anlayışınızı nasıl sürdürüyorsunuz?
I-AM olarak, perakendeden otelciliğe, bankacılıktan yeme içmeye kadar birçok farklı sektörde yer alıyoruz ve bu geniş yelpaze, çeşitliliği ve yenilikçiliği nasıl sürdürebileceğimiz konusunda bize zengin bir zemin sunuyor. Her projede, dijital bir ürün veya mekansal bir deneyim olsun, kendine özgü zorluklar ve çözümlerle karşılaşıyoruz. Kullanıcıların beklentileri ve hikayeleri, projenin bağlamı ve müşteri talepleriyle birleşerek karmaşık bir matris oluşturuyor. Bu karmaşayı, tasarımcılar olarak yenilikçi çözümler üretmek için en değerli veri kaynağımız olarak görüyoruz; adeta bir aşk ve nefret ilişkisi gibi! Her projede kullanıcı deneyimini merkeze alarak, kendi dinamiklerine uygun bir şekilde yeniden kurguluyoruz. Çeşitliliği destekleyen yaklaşımımız, farklı kültür ve sektörlerde projeler gerçekleştirerek, her bir projeye özgün bir tasarım yapmamıza olanak tanıyor. Ayrıca, Londra, İstanbul, Dubai, Riyadh ve yakın zamanda aramıza katılan Jakarta ofisimiz, işlerimizin temelinde çeşitliliği açıkça vurguluyor. Bu farklılık, hem yerel kültürleri anlamamızda hem de global ölçekte yenilikçi ve ilham verici projeler üretmemizde bize büyük avantaj sağlıyor. Sonuç olarak, her projenin benzersizliğini kucaklayarak, sürekli gelişen ve değişen dünyada yenilikçi tasarım çözümleri sunmayı hedefliyoruz!