Mekanı sadece bir yapı değil; duyuların, anıların ve kültürün sahnesi olarak gören Yeşim Kozanlı Mimarlık, Türk el sanatlarını modernize eden, yerel dokulara saygı duyan ve global ölçekte ses getiren projeleriyle mimariyi bir deneyim sanatına dönüştürüyor. Doğayla kurulan bağ, geçmişle kurulan diyalog ve insanla kurulan empatik ilişki, ofisin tasarım dilini şekillendiriyor. Seraf Vadi ve HYDE Hotel Bodrum gibi etkileyici projeleriyle tanınan Yeşim Kozanlı, mimaride “duyusal deneyim” odaklı, zamansız bir estetiği nasıl yakaladığını anlatıyor.

Yeşim Kozanlı’nın imza projelerinden biri olan Seraf Vadi Restoran, onun estetik anlayışının ve tasarım vizyonunun en özel yansımalarından bir. Seraf Vadi’ye adım attığınızda, sadece bir mekana değil; yaşamın ve birlikteliğin anlam bulduğu bir sahneye giriyorsunuz. Her detayda hissedilen özen, hayat ağacı etrafında şekillenen mimari kurgu ve Türk el sanatlarının çağdaş yorumları, Yeşim Kozanlı’nın tasarıma olan şiirsel yaklaşımını gözler önüne seriyor. Ahşapla kurulan sıcak ilişki, seramiklerdeki el işçiliği ve aydınlatmadaki incelik, mekana yalnızca estetik değil, ruh da katıyor. Bu zarif dengenin mimarı olan Yeşim Kozanlı, sadece yapı inşa etmiyor; aynı zamanda hikâyeler yazıyor, duygular yaratıyor. Yeşim Kozanlı ile mimarlığın ruhunu, kültürel köklerini ve global sahnedeki yolculuğunu konuştuk.

Yeşim Kozanlı Mimarlık olarak tasarımlarınızda genellikle ne tür bir felsefe ve yaklaşım benimsiyorsunuz? Bu felsefenin, projelerinize nasıl yansıdığını anlatabilir misiniz?
Yeşim Kozanlı Mimarlık olarak tasarım anlayışımızın merkezinde “duyusal deneyim” ve “yerin ruhuna sadakat” yer alır. Her projede, mimariyi yalnızca bir yapı değil; doğayla, kültürle ve insanla kurduğu bağ üzerinden yeniden yorumlanması gereken bir dil olarak görürüz. Mekanı sadece fiziksel bir alan değil, duyguların, anıların ve deneyimlerin sahnesi olarak kurgularız. Bu felsefe projelerimize, malzeme seçiminden mekansal kurgunun detaylarına, kullanıcıyla kurulan samimi ilişkilere kadar bütüncül biçimde yansır.

Birçok farklı kültür ve sanat akımından ilham alıyorsunuz. Bu tasarımlarınızda Türk kültürüne ait öğeleri nasıl kullanıyorsunuz ve bu kültürel bağlantılar sizin için ne anlam ifade ediyor?
Türk kültürü, çok katmanlı yapısıyla bizler için sonsuz bir ilham kaynağı. Geleneksel el sanatlarımızdan mimari motiflere, simgelerden ritüellere uzanan bu zengin mirası modern bir yorumla günümüze taşıyoruz. Tasarımlarımızda bu ögeleri yüzeysel bir süsleme olarak değil, mekanın ruhunu taşıyan temel bileşenler olarak ele alıyoruz. Aynı zamanda konseptlerimizin çıkış noktasını da oluşturabiliyor. Kültürel öğeleri çağdaş malzemeler ve detaylarla buluşturarak kimlikli, zamansız ve duygu yüklü mekanlar oluşturuyoruz. Bu bağ bizim için, geçmişle gelecek arasında kurduğumuz tasarımsal bir köprü oluyor.

Yeşim Kozanlı Mimarlık imzasını taşıyan HYDE Hotel Bodrum, modern lüks ve festival chic konseptiyle tasarlandı. Bu tasarımda, yerel kültür ve doğal güzelliklerden nasıl ilham alındı? Bu unsurların, otelin genel tasarımında nasıl bir rol oynadığına dair detaylar verebilir misiniz?
HYDE Hotel Bodrum’un tasarımın da, Ege’nin yalın ama etkileyici doğasından ve Bodrum’un özgün yaşam kültüründen ilham almadan olmazdı. Modern lüksü, doğallıkla harmanladığımız bu projede; topografyayla uyumlu yerleşim planı, açık alan organizasyonları ve kullanılan doğal malzemelerle çevreyle kurulan bağ ön plandaydı. Festival chic ruhunu yansıtan dinamik sosyal alanlar, spontane etkileşimler yaratacak şekilde tasarlandı. Aynı zamanda Bodrum’un mimari dokusuna gönderme yapan taş yüzeyler, ahşap dokular ve soft Akdeniz renkleriyle, yerel ve çağdaşın özgün bir sentezini oluşturduk.

HYDE Hotel Bodrum, German Design Awards ve Europe Property Awards gibi prestijli ödüllerde “Winner” ödüllerini kazandı. Bu ödüller, projenizin tasarımındaki hangi özgün unsurların ve yenilikçi yaklaşımların takdir edilmesinin bir sonucu olarak size ulaştı?
HYDE Hotel Bodrum’un aldığı ödüller, mekansal kurgu ve estetik dildeki yenilikçi ve cesur yaklaşımımızın takdir edilmesinin bir sonucudur. Özellikle doğal çevreyle kurulan güçlü ilişki, festival ruhunu yansıtan sosyalleşme alanları, tasarımın içinde sanatın ve müziğin aktif rol alması ve sürdürülebilir malzeme seçimleri projeyi özgün kılan ana unsurlardı. Ayrıca her detayda hissedilen “sessiz lüks” anlayışı, projeyi sadece görsel olarak değil, deneyimsel anlamda da etkileyici hale getirdi.

Seraf Vadi Restoran’daki tasarımınızda “birliktelik duygusu” teması nasıl şekillendi ve bu tema mekanın atmosferine nasıl entegre oldu?
Seraf Vadi’deki “birliktelik duygusu” fikrinin çıkış noktası, Türk sofralarının etrafında gelişen sosyal yapıdır. Bu yapı Seraf’ın merkesinde kurguladığımız hayat ağacı ile kendini konsept anlamında da tamamlar. Hayat ağacı birlikteğin en güçlü sembollerinden biridir ve tasarımda bu anlayışı; büyük masalar, dairesel oturma düzenleri ve geçirgen alanlar kullanarak somutlaştırdık. Mekanda açık bir şekilde mutfak, kullanıcı ile mutfak deneyimini buluştururken; açık ve kapalı alanlar arasında kurduğumuz geçirgenlik hissi, misafirler arasında doğal etkileşimi destekledi. Bu bağlamda mimari, sadece estetik değil, sosyal bir bağ kurma aracı haline geldi.

Hayat ağacı ve geleneksel Türk sanatlarının sembollerini tasarıma nasıl dahil ettiniz ve bu unsurların restoranın genel atmosferine katkısı nedir?
Hayat ağacı, bizim için evrensel bir yaşam sembolü olmasının ötesinde, mekana ruh katan bir figür. Seraf Vadi’de bu sembolü hem mekansal hem de sembolik anlamda merkezileştirdik. Ahşap panellerde ve duvar yüzeylerinde hayat ağacına gönderme yapan motifler yer aldı. İnşa aşamasındaki kaba sütunlar hayat ağacı ile etkileyici şekilde gizlendi. Geleneksel Türk sanatlarından ilhamla hazırlanan desenler ise modern dokularla yeniden yorumlandı. Bu unsurlar, mekanın yalnızca görsel değil, duygusal atmosferini de derinleştirdi.

Ahşap ve seramiğin kullanımı, mekanın sıcak ve samimi havasını nasıl oluşturdu? Bu malzemelerin atmosfer üzerindeki etkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ahşap ve seramik, hem sıcaklık hem de doğallık açısından tasarımda vazgeçilmez iki öğe. Seraf Vadi’de ahşap, mekana insan ölçeğinde bir samimiyet kazandırırken; el yapımı seramikler, zanaatkârlığın izini taşıyan yüzeylerle duygusal bir derinlik yarattı. Bu iki malzeme arasındaki kontrast ise mekana hem dinamizm hem de denge getirdi. Malzemenin hissiyle kurduğumuz bu bağ, tasarımın kullanıcıya ulaşmasında en etkili araçlardan biri oldu.

Türk el sanatlarının modernize edilerek kullanılmasının mekanın estetiğiyle uyumu hakkında ne söyleyebilirsiniz? Bu unsurlar tasarıma nasıl entegre oldu?
El sanatlarını geleneksel haliyle kopyalamak yerine, onları çağdaş tasarım diliyle harmanlamayı tercih ediyoruz. Seraf Vadi’de kullanılan motifler, dokular ve desenler; sadelik ve zarafet ilkeleri doğrultusunda yeniden yorumlandı. Böylece geçmişin estetik mirasını güncel ve zamansız bir dilde yaşattık.

Seraf Vadi Restoran’daki aydınlatma tasarımı, mekanın ambiyansını nasıl şekillendirdi ve misafirlere nasıl bir deneyim sundu?
Aydınlatma, mekanın atmosferini belirleyen en güçlü anlatım araçlarından biridir. Seraf Vadi’de loş ve sıcak bir aydınlatma dili benimsedik. Özel tasarım aplikler, tavandan sarkan zarif ve konsept aydınlatmalar ve gizli LED hatlarla, yumuşak geçişler sağlayarak mekanda huzurlu ve davetkar bir ambiyans yarattık. Bu aydınlatma yaklaşımı sayesinde misafirler, sadece yemek değil, aynı zamanda dinginlik ve aidiyet hissi içeren bir deneyim yaşıyorlar.

Türk mutfağının misafirperverlik anlayışını yansıtan tasarım detayları hakkında bilgi verebilir misiniz? Bu unsurlar restoranın atmosferine nasıl etki etti?
Türk mutfağının temelinde paylaşım ve sıcaklık vardır. Bu anlayışı, restoranın fiziksel kurgusuna doğrudan yansıttık. Büyük servis alanları, masa yerleşimleri, açık mutfak ve samimi oturma düzeniyle, misafirlere ev hissi veren bir ortam yarattık. Kullanılan malzeme seçimlerinden renk paletine kadar her detay, bu kültürel misafirperverliğin bir uzantısı olarak düşünüldü. Sonuçta mekan, sadece yemek yenilen değil, aidiyet kurulan bir sosyal alan haline geldi.

Geliştirdiğiniz projelerle uluslararası alanda tanınan bir isim haline geldiniz. Bu süreçte yaşadığınız en büyük zorluklar neler oldu ve bu zorlukların üstesinden nasıl geldiniz?
Uluslararası arenada tanınmak, yalnızca iyi tasarım üretmekle sınırlı olmayan; kültürel okuryazarlık, stratejik iletişim, çok disiplinli iş birlikleri ve farklı coğrafyalarda dinamik çalışabilme yetisi gerektiren çok boyutlu bir süreçtir. Bu süreçte karşılaştığımız en büyük zorluklardan biri, her ülkenin mimari algısı, kullanıcı beklentileri ve yerel yönetmeliklerinin farklılık göstermesiydi. Bir projede duyusal sadelik beğenilirken, bir diğerinde gösterişli detaylar talep edilebiliyor. Bu çeşitlilik karşısında tasarım dilimizi evrensel ilkelerle oluştururken, her proje için özgün çözümler üretmemiz gerekti.

Diğer önemli bir zorluk, yerel ekiplerle senkronize çalışmak ve zaman farkı gibi operasyonel engelleri aşmaktı. Bu noktada, güçlü bir proje yönetim ağı ve dijital iletişim teknolojilerini etkin şekilde kullanmak bizim için belirleyici oldu. Ayrıca her projede yerel zanaatkarlarla, danışmanlarla ve uzmanlarla birlikte çalışarak tasarımlarımızı sadece estetik değil, aynı zamanda kültürel olarak da yere ait hale getirdik.

Dil bariyeri ve kültürel kod farklılıkları da zaman zaman iletişimde belirsizlikler yaratabiliyordu. Bu zorlukları, farklı coğrafyaların yaşam kültürünü anlamaya yönelik yaptığımız yoğun araştırmalar ve empati odaklı yaklaşımımızla aştık. Proje sunumlarını yerel hassasiyetlere göre uyarlamak, bu süreçte etkili bir yöntem oldu.

Ayrıca uluslararası platformlarda tanınırlık elde etmek, sadece mimari üretimle değil, aynı zamanda doğru PR stratejileri, prestijli yarışmalara katılım ve dijital varlık yönetimi ile mümkün oldu. Tasarımlarımızı görünür kılan bu stratejik hamleler, global ölçekte hikayemizi anlatmamızı sağladı.

Yeşim Kozanlı Mimarlık olarak gelecekteki projelerinizde nasıl bir yaklaşım sergilemeyi planlıyorsunuz? Yeni projelere dair hangi yenilikçi tasarım fikirleri üzerinde çalışıyorsunuz?
Gelecekte, daha sürdürülebilir, daha duyarlı ve kullanıcı deneyimini merkeze alan projelere odaklanıyoruz. Biyofilik tasarım prensipleri, döngüsel ekonomi yaklaşımları, yapay zeka destekli simülasyonlarla şekillenen yeni tasarım metodolojileri üzerine çalışıyoruz. Aynı zamanda farklı disiplinlerle iş birliği içinde, mekana sadece estetik değil, işlevsel ve duygusal olarak da bütüncül yaklaşan projeler geliştiriyoruz.

Seraf Vadi Restoran gibi projelerde elde ettiğiniz başarılar, gelecekteki projelerinizin şekillenmesinde nasıl bir etki yaratıyor? Bu deneyimler sizin tasarım süreçlerinizi nasıl dönüştürüyor?
Başarı, her zaman daha büyük bir sorumluluk getiriyor. Seraf Vadi gibi projeler, bizim için yalnızca prestij değil, aynı zamanda bir öğrenme süreci. Bu projelerde edindiğimiz deneyimler, kullanıcı davranışlarını, malzeme performanslarını ve mekanın sosyal etkilerini daha derinlemesine anlamamıza olanak sağladı. Bu da her yeni projeye daha rafine, daha duyarlı ve daha iddialı bir şekilde yaklaşmamızı sağlıyor. 

Paylaş:

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir